19 Eylül 2009 Cumartesi

Bir Hikaye

Hazreti Musa bir gün bir başına dağları dolanırken, uzaktan yoksul ve yalnız bir çoban görmüş. Çoban diz üstü çökmüş, ellerini semaya açıp dua etmekteymiş. Bu durum Musa’nın çok hoşuna gitmiş ama yaklaşıp da çobanın duasını duyunca afallamış.

“Kurban olduğum Allah’ım. Seni ne kadar severim, bir bilsen. Ne istersen yaparım, yeter ki Sen iste. Sürüdeki en yağlı koyunu kes desen, gözümü kırpmadan keserim Senin için. Koyun kavurması güzeldir Allah’ım, kuyruk yağını da alır pilava katarsın, tadından yenmez olur.”

Musa duaya kulak kabartarak çobana yaklaşmış.

“Yeter ki Sen dile, ayaklarını yıkarım. Kulaklarını temizler, bitlerini ayıklarım. Ne kadar çok severim ben Seni. Sana çok hayranım!”

Duydukları karşısında Musa öfkeden küplere binmiş. Bağıra çağıra kesmiş çobanın duasını: “Sus, seni cahil adam! Ne yaptığını sanırsın? Allah hiç pilav yer mi? Allah’ın ayakları mı var ki yıkayasın? Böyle dua mı olurmuş! Külliyen günaha giriyorsun. Derhal tövbe et!”

Çoban, Musa’dan azarı işitince kulaklarına kadar kızarmış, utancından yerin dibine geçmiş. Özür üstüne özür dilemiş, bir daha böyle kendi kafasına göre dua etmeyeceğine yeminler etmiş. O gün akşama kadar Musa çobanın yanında durup ona temel duaları ezberletmiş. Sonra “Allah benden razı olur, iyi bir iş yaptım.” diye düşünüp yoluna devam etmiş.

Ama o gece bir ses işitmiş. Seslenen Rab imiş.

“Ey, Musa, sen bugün ne yaptın? Sen ayırmaya mı geldin buluşturmaya mı? Şu garip çobanı azarladın. Onun Bana ne kadar yakın olduğunu anlayamadın. Ağzından çıkan lafı bilmese de o çoban inancında samimiydi. Kalbi temiz, niyeti halisti. Biz kelimelere bakmayız. Niyete bakarız. Kelimelere bakacak olsak yeryüzünde insan kalmazdı! Biz çobandan razıydık. Başkasına medîh olan söz sana zemdir. Ona bal olan sana zehirdir. Sen işittiklerini inkâr ve küfür saydın ama bilsen ki bir kabahati varsa bile, ne tatlı kabahattir onunki.”

Musa hatasını anlamış. Ertesi gün güneş doğar doğmaz, çobanı görmek için tekrar dağa çıkmış. Çoban yine duaya durmuşmuş. Ama dünkü heyecanından, samimiyetinden eser yokmuş artık. Öğretildiği gibi yakarmaya gayret gösterdiğinden, aman bir yanlış laf etmeyeyim diye takılıyor, kekeliyor, terliyormuş. Musa, çobana ettiğinden pişman olup sırtını okşamış ve demiş ki:

“Ey dost, ben hatalıyım, ne olur affet. Bildiğin gibi dua et. Allah’ın nazarında böylesi daha kıymetlidir.”

Çoban, Musa’dan bunları işitince hayrete düşüş ama bir o kadar da rahatlamış. Ne var ki o artık bir üst aşamaya vasıl olduğundan, masum inkârına, tatlı günahına dönmeyip, Musa’nın öğrettiği ezbercilikte de kalmayıp, tüm bunların ötesine geçmiş. Rabb’ine yakın mutlu mesut, mübarek bir hayat sürmüş.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

ATATÜRK - ÇANAKKALE SAVAŞLARI - YEŞİL SARIKLILAR

BEN ÜŞENMEDEN YAZDIM. SİZ DE ÜŞENMEDEN OKUYUN LÜTFEN!!!

"...

...

Mustafa Kemal, Türk ordusunun Çanakkale Savaşlarındaki başarılarında dini ve milli duyguların büyük etkisi olduğunu şöyle ifade etmiştir:

"Fakat düşünün ki, bütün muharebe vasıtalarıyla mükemmel şekilde donanmış olarak büyük bir inat ve azimle Arıburnu sahillerine ayak basan düşmanımız, gene o sahil kenarında kalmaya mecbur olmuştur. Dolayısıyla subaylarımız, askerlerimiz vatanseverlik ve DİNDARLIK HİSLERİYLE, milli özelliklerinden gelen yiğitlikleriyle o derece kuvvetli bir düşmana karşı payitaht kapılarını korumakla cidden iftihar edici bir mevki kazanmıştır."

Ancak Mustafa Kemal'in bu sözlerinin, günümüzde bazı dincilerin, "Çanakkale Savaşlarını kazandıran YEŞİL SARIKLILARDIR!" biçimindeki "yobaz yalanıyla" hiçbir alakasının olmadığı da bilinmelidir.

Bilindiği gibi son yıllarda bazı "din bezirganları" tarihi ters yüz ederek orada gözünü kırpmadan canını verip şehit olan 250 bine yakın Mehmetçiğin anısına hakaret edercesine bu savaşın onurunu adeta Mehmetçikten alıp neidüğü belirsiz Yeşil Sarıklılara vermektedirler. Aynı din bezirganları hiç utanıp sıkılmadan Mustafa Kemal'in bu savaşta hiçbir rolü olmadığı yalanını da söylemektedirler.

Din bezirganları, başta Yarbay Mustafa Kemal olmak üzere çok sayıda Osmanlı komutanının aklını, bilgi ve tecrübesini kullanarak hazırladıkları ve üstün cesaretle uyguladıkları savaş planlarını hiçe sayarak, "Ne Mustafa Kemal, ne de Mehmetçik! Allah yardım etti de kazandık!" diyerek hem yüce dinimiz İslamı hem de Türk tarihinin en önemli zaferlerinden birini çarpıtmaktadırlar.

Bu din bezirganları ayrıca Çanakkale Savaşlarıyla ilgili bazı anekdotları kendilerince çarpıtarak aslında akıl ve mantıkla açıklanabilecek bazı olayları "mucize" diye yutturmaya çalışmaktardırlar. Örneğin, bu hurafeciler, Çanakkale Savaşları sırasında bir ara görülen "beyaz elbiseli askerler"in Allah tarafından ordumuza yardımcı olmak için görevlendirilen "melekler" olduğunu iddia etmişlerdir. Oysaki bunun bir "yobaz yalanı" olduğu çok açıktır. Çanakkale'de Mustafa Kemal’in yanı başında savaşı bizzat yaşayan Cevat Abbas Gürer anılarında bu “beyaz elbiseli askerler” olayının iç yüzünü ortaya koymuştur:

…Sorulan beyaz elbiseli askerler için de günün bunaltıcı sıcağının tesirini azaltmak vesilesiyle alay efradı (erler) ceketlerini çıkarıp istirahat etmekteymişler. Düşmanın ani taarruzunda ceket vesair teçhizatını giymek için sarf edecekleri birkaç dakika düşmanın muvaffakiyetine hizmet edebileceği kaygısıyla silah ve süngüsünü kavrayan erlerimizin misli görülmeyen bir hücumla düşman üzerine atılmış oldukları anlaşılmıştı. Gördüğümüz beyaz elbiseli askerler meğer sevgili ve kahraman Mehmetlerimizmiş. Biraz evvel düşman zannettiğimiz beyaz gömleklilerden ne derece heyecana düşmüş isek, bu defa o derece heyecan duyarak sevinmiş, göğsümüz kabarmıştı.

Atatürk (bu olaya) büyük kumandanlara has bir vakarla gülmüş ve onlara bütün takdirlerini yollamıştı.

Evet, Çanakkale Savaşlarının kazanılmasında manevi etkenlerin rolü büyüktür… Ancak yüce dinimiz İslama göre hiçbir başarı “tesadüf” ya da “lütuf” değildir. Allah Kur’an’da bir çok yerde Müslümanların çalışmalarına, aklını çalıştırmalarına vurgu yapmıştır. Nitekim Hz. Muhammed’in hayatına şöyle bir göz atacak olursa, onun İslamiyet’i yayarken sürekli çalıştığı, sürekli düşündüğü ve sürekli planlar yapıp bunları uyguladığını görürüz. Eğer İslam dini “mucizeler” ve “hurafeler” dini olsaydı ve bugünkü din bezirganlarının söylediği gibi çalışıp çabalamadan “yeşil sarıklıların beklendiği” bir “miskinlik” dini olsaydı önce Hz. Muhammed’in bir hurma ağacına sırtını dayayarak sadece “dua edip” yeşil sarıklıların gelmesini beklemesi gerekemez miydi? Fakat o, Allah’ın ancak çalışana, düşünene, doğru planlar yapıp doğru kararlar verene yardım ettiğini bildiği için sürekli mücadele etmiştir.

Çanakkale Savaşında zaferi getiren, duaları boşa çıkarmayan Mustafa Kemal gibi komutanların planları, emirleri ve Mehmetçiğin de bu emirleri eksiksiz uygulamasıdır.

Çanakkale mahşerini yaşayanların anılarına göz atıldığında Mustafa Kemal’in her konuda ne kadar titiz davrandığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Cevat Abbas’a kulak verelim:

Kurmay heyetinde çalışan subaylar 24 saat müddetle muhabere nöbetine girerlerdi. Bu nöbetçi subayları bilhassa gece patlayan top, atılan bomba, fitillenen lağım sedaları ile ara sıra işitilen sürekli piyade ateşleri hakkında an kaybetmeden kumandanıma (Mustafa Kemal) haber vermekle mükelleftiler.

Geceleyin karargâh telefon santralinin başında yalnız, top, bomba, lağım patlamalarıyla, sürekli piyade ateşlerini değil; sesleri cepheden gelen seyrek, hafif piyade ateşlerini bile her dakika tetkik ve takip edenler ancak Anafartalar grubu kurmay heyetinde kalabilmişlerdi. Çünkü ufak bir ihmal ve işitilen ateşlere gereken önemi vermeyenler karargâhımızda hiçbir suretle barınamıyordu.

Mustafa Kemal ve diğer komutanların dikkatleri, önlemleri, kılı kırk yaran planları ve taktikleri olmasaydı hangi “yeşil sarıklı, beyaz gömlekli” bu savaşı kazanabilirdi?

Özetle Çanakkale, aklını, gönlünü ve cesaretini ortaya koyan Mustafa Kemal gibi komutanların ve onların yetiştirdiği gözü pek, inançlı Mehmetçiklerin fedakârlığının zaferidir.

Din bezirganlarına sormak isterim: Çanakkale Savaşlarını kazandıran yeşil sarıklılar aynı dönemde Sarıkamış dağlarında donarak ölen 90 bin Mehmetçiğimizi neden kurtarmadılar? Neden Sarıkamış faciasını zafere dönüştürmediler?

Yeşil sarıklılar neredeydiler?"

Bir Ömrün Öteki Hikayesi - Atatürk ile Allah Arasında, Sinan Meydan (2009).


Ayhan ÖZDEMiR